Hayat yalnızca nefes alıp vermek midir? Yoksa, insanın yaşadığı olaylarla şekillenen, bazen umut dolu bazen de karanlıklarla örülü bir yolculuk mudur? Günümüzde milyarlarca insan farklı koşullarda hayat mücadelesi verirken, çoğu farkında olmadan bilinçaltı manipülasyonlarına maruz kalıyor. Zengin-fakir, mutlu-mutsuz, başarılı-başarısız ayrımları, aslında insanlara öğretilmiş kavramlardan ibaret. Hayatın adaletsiz olduğunu düşünenler, belki de gerçekte sadece farkında olmadan bir sistemin içinde yönlendiriliyorlar.
İnsan, farkında olmadan birçok psikolojik yönlendirmeye maruz kalıyor. Reklamlar, televizyon programları, sosyal medya ve toplumun genel yargıları, insanların nasıl düşünmesi gerektiğini şekillendiriyor. Sürekli bir rekabet ortamı yaratılarak bireyler birbirine düşman ediliyor. “Daha iyi olmalısın, daha çok çalışmalısın, daha fazlasına sahip olmalısın!” mesajlarıyla bireyin bilinçaltı baskı altına alınıyor. Peki ya durup düşünsek? Belki de gerçek özgürlük, bu yönlendirmelerden kurtulmakta saklıdır.
KPSS, LGS, DGS, YDS… İnsanlar hayatlarını sınavlarla harcıyor. Çocuklar ve gençler küçük yaşlardan itibaren yarışın içine sokuluyor. Birileri başarılı oluyor, birileri başarısız olarak etiketleniyor. Ancak bu sistem kimlerin işine yarıyor? Eğitim sistemleri bireyi gerçekten geliştirmek için mi var, yoksa bir kontrol mekanizması mı? İnsanlar, sürekli başarılı olmaya zorlanarak, sisteme bağımlı hale getiriliyor. Gerçek başarı, sürecin kendisini anlamaktır. Fakat çoğu insan sonuç odaklı düşünmeye yönlendirildiği için hayatını kaygılar içinde geçiriyor.
Derler ki hayat üç gündür: Dün, bugün ve yarın… Ancak zaman, aslında bireyin algısına göre şekillenir. Bazen birkaç saniye, yıllar gibi uzun gelir. Bazen de yıllar bir göz açıp kapayıncaya kadar geçer. Peki, medya ve sistemler zaman algımızı nasıl yönetiyor? Sürekli bir aciliyet duygusu yaratılarak insanlar anı kaçırmaya teşvik ediliyor. Oysa gerçek özgürlük, zamanı kendimiz için yaşamaktır.
ÖSYM sınav yapıyor, ancak asıl sınav Yaradan’ın sınavı değil mi? Günümüzde insanlar, manevi değerleri bir yarış haline getirdi. Kim daha fazla ibadet etti, kim daha çok hayır yaptı, kim daha dindar gibi kavramlar, bireylerin samimi inançlarını gölgede bırakıyor. Oysa maneviyat, rakamlarla ölçülemez. Gerçek inanç, kalptedir; başkalarıyla kıyaslanarak belirlenemez. Manevi manipülasyonlar, insanları içsel huzurdan uzaklaştırarak sadece bir yarışın içine sokuyor.
Hayatın ne kadar adil olup olmadığı tartışılır, ancak bilinçaltımıza işlenen manipülasyonları fark ettiğimizde gerçek özgürlüğe bir adım daha yaklaşabiliriz.