KONUK YAZAR | Anıl Talat Eryontuk, Cumhuriyet’in Ege’si için yazdı…
Açlık ve yoksulluk sınırını gösteren rakamlar, işçi sendikaları ve konfederasyonlarının öncülük ettiği araştırmalar ile her ay açıklanıyor.
En son veri, TÜRK-İŞ tarafından 30 yılı aşkın bir süredir aylık yapılan “açlık ve yoksulluk sınırı” araştırmasına ait. Araştırmanın Ekim ayı sonuçlarına göre yoksulluk sınırı 44 bin 573,30 Lira, açlık sınırı 13 bin 864 Lira oldu.
Bu arada bekâr bir çalışanın ‘yaşama maliyeti’ de aylık 17 bin 803,3 Liraya yükseldi.
Her nedense tüm bu rakamları görünce bir vatandaş olarak bu rakamlar açıklanmasa daha mı iyi olur diye düşünmekten bir türlü kendimi alamıyorum.
Ne yazık ki ülkemizde emeklilerin büyük bir çoğunluğunun açlık sınırının altında yaşadığına, yüz binlerce insanın da yoksulluk sınırının altındaki bir rakama iş bulabilmek için çaba gösterdiğine şahit oluyoruz.
Aslında 1 Ağustos 2004 tarihinde Resmi Gazete’de yayınlanan Asgari Ücret Yönetmeliği’nde; Asgari Ücret: “İşçilere normal bir çalışma günü karşılığı ödenen ve işçinin gıda, konut, giyim, sağlık, ulaşım ve kültür gibi zorunlu ihtiyaçlarını günün fiyatları üzerinden asgari düzeyde karşılamaya yetecek ücret” şeklinde tanımlanıyor.
Türkiye’deki asgari ücret rakamı ise insana ne kadar değer verildiğiyle bağlantılı vicdani bir sorun olarak sızlamaya devam ediyor.
Asgari ücretin kurumsal değil toplumsal bir ücret olduğu tüm kesimlerce bir an önce benimsenmeli artık.
İşçinin bir makine olmadığının işverene hatırlatılması ve işçinin insani yönünün ele alınarak, insan onuruna yakışan bir yaşam düzeyine getirilmesi ise elzem bir ihtiyaç.
Hükümet ve işverenler ‘bu miktarla bizler yaşayabilir miyiz?’ sorusunu işte bu sebeple vicdanlarında cevaplandırmalıdırlar.
Devletin toplumu oyalamak yerine, hakkı esas alan adil bir ekonomik düzenin hayata geçirilmesi için var gücüyle çalışma zamanı gelmiş hatta geçmektedir.
Unutulmamalı ki her şeyden önce, işçi bir insandır.
İşçinin de hayattan beklentileri, hayat düzeyi, prestiji bulunmaktadır.
Sosyal bir varlık olan işçinin insan onuruna yaraşır bir yaşam düzeyi sürdürme hakkı herkes gibi bulunmaktadır.
Bu sebeple asgari ücretin çalışan bir kişinin beklentilerini karşılayacak, insanca yaşamasına imkân tanıyacak nitelikte olması zaruridir.
2024 yılı Mart ayında yapılacak seçimler işçinin son umududur.
Bu tarihten itibaren neredeyse 4 yıl seçim olmayacağından çalışanların görüp göreceği en büyük zam da bu olacaktır.
Bu nedenle hepimize düşen görev asgari ücret zammı için hükümet üzerinde baskı oluşturmak ve sonuç almaktır.
Kimse unutmasın ki asgari ücret ekonomik istikrarın, adil gelir dağılımının sağlanması açısından denge unsurudur.
Evine aş götüremeyip bunu dile getirenlere “Müminin görevi yoklukta sabretmektir” diyenlere buradan seslenmek istiyorum.
Müminlerin sabrı artık kalmamıştır.
Çünkü hayat pahalılığı dayanılmaz hal aldı.
Ülkede her şeye her gün yeni bir zam geliyor.
Özellikle ekonominin nabzının attığı pazaryeri ve çarşılarda bunu görmek hiç zor değil.
Esnaf artan girdi ve maliyetlerden vatandaş ise düşük alım gücünden şikayetçi.
Artan enflasyon ne yazık ki yoksulluğu iyice derinleştirmekte.
Ülkeyi yönetenlerin aklını başına alması ve ocak ayında yapacağı asgari ücret zammının insan yaşamına yakışır şekilde olması artık kaçınılmazdır.
Bizlerden söylemesi…