2024’ün dünya adına ilk kritik seçimi Tayvan’da sonuçlandı. Çin’in “savaşı seçmek” olarak nitelendirdiği mevcut Cumhurbaşkanı Yardımcısı Ching-te Lai, oyların yüzde 40’ını alarak seçimi kazandı.
Dünyanın her köşesinde yeni bir savaş patlak verirken gözler uzun süredir ABD-Çin arasında gerginliğe sebep olan Tayvan’da yapılan seçimlere çevrildi. Öncesinde Çin’in “savaş ile barış arasında bir seçim yapılacak” ültimatomuyla sandığa giden Tayvanlılar Demokratik İlerici Parti’nin adayı (DPP) William Ching-te Lai’yi Cumhurbaşkanı olarak seçti.
BAĞIMSIZLIK KAPIDA MI?
Tayvan’ın Çin ile olan ilişkisi Ukrayna ya da İsrail gibi örneklere pek benzemiyor. 2. Dünya Savaşını takip eden Çin iç Savaşı sonunda komutan Çan Kay Şek liderliğindeki Kuomingtang Partisi, Mao Zedong’a karşı savaşı kaybetmiş ve Tayvan adasına sığınmıştı. Çin 1950’lilerde savaşı bitirmeyi ve Tayvan’ı topraklarına katmayı istese de Kore savaşının patlamasıyla planlar beklemeye alındı.
Mao Zedong, ABD’nin ünlü Dış İşleri Bakanı Henry Kissinger’a “Tayvan’ı 100 yıl da bekleriz, acelemiz yok” bile dedi. Bu süre zarfı boyunca Tayvan, askeri yönetim altında yaşamına devam etti. ABD, Tayvan’ı Çin’e karşı ideal bir vekil güç olarak görse de devam eden Soğuk Savaş’ta Sovyetler Birliği’ne karşı Çin’le iyi ilişkiler gütmek adına Jimmy Carter döneminde 1979’da “Tek Çin” politikasını kabul etti. 1987’de Tayvan’ın demokrasiye geçmesiyle ABD ile devam eden resmi olmayan ilişkiler daha da gelişti. Her şeye rağmen Tayvan, bağımsızlıkla Çin’in parçası olmak arasında sıkışmış bir ülke olarak varlığını sürdürdü.
Bugün Tayvan halkının yüzde 87’si statükonun devamını istiyor. Yüzde 5.6 bağımsızlık isterken yalnızca yüzde 1 buçukluk bir grup Çin’le birleşmekten yana. Çan Kay Şek’in partisi Kuomingtang, bugüne kadar Çin’de komünizmin yıkılacağı ve Tayvan’ın “Çin Cumhuriyeti” altında bir birleşmenin olacağına inanıyordu. Ancak son dönemde bu fikirden vazgeçildi ve Kuomingtang Partisi de statükonun devamından yana oldu. Hatta üç parti içerisinde Çin’le en çok yakın ilişki isteyen parti de yine Kuomingtang’dı. Bugün Tayvan’daki siyaseti sol sağ yerine Kuomingtang’ın “Çin milliyetçiliği” ve DPP’nin “Tayvan milliyetçiliği” ile açıklamak daha doğru olacaktır.
‘SADECE RESMİYETE DÖKMEDİK’
Tabii statükonun devamı bu kadar popüler bir fikirken Tayvan partilerinin farklı bir politika gütmesi düşünülemez. Bu yüzden sadece Kuomingtang değil diğer 2 ana parti de mevcut düzenin devamını istiyor. Ancak 2 dönemdir Cumhurbaşkanlığı yaparak limitini dolduran Say-Ing Wen liderliğindeki DPP, Çin ile olan ilişkilerini statükonun biraz ötesine taşıdı.
Geçtiğimiz 8 yılda Çin-Tayvan ilişkileri en gergin günlerini geçirdi. ABD’nin giderek artan silah yardımlarına askeri eğitimler de dâhil oldu. ABD’nin eski Temsilciler Meclisi Başkanı Nancy Pelosi’nin Tayvan ziyareti, neredeyse boğazda bir savaş tetikliyordu.
Tüm bunların üzerine DPP’nin adayı Wen’in Cumhurbaşkanı Yardımcılığı’nı sürdüren William Lai olacaktı. Lai, genel olarak Wen’den pek uzak olmasa da bağımsızlıkla ilgili daha radikal fikirlere sahipti. Tayvan’ın bağımsız olması için “sadece resmiyete dökmedik” bile demişti.
Lai, geçtiğimiz günlerde yapılan seçimleri kazansa da partisi sandıktan yaralı çıktı. DPP, meclisteki 133 sandalyeden 51’ini alarak çoğunluğu kaybetti. Ana muhalefet partisi Kuomingtang, 52 sandalye elde etmeyi başardı. Bu durumda seçimlerde üçüncü gelen Tayvan Halk Partisi (TPP) daha da önem kazandı. Ülkenin işleyişini ilgilendiren önemli politikalarda Lai tek başına karar alamayacak. Bu da Tayvan’ın“bağımsızlık” gibi radikal kararlar almasını zorlaştırıyor. TPP’nin önceden Taipei valiliği yapan popüler lideri Ko Wen-Je, kendisini “pragmatik bağımsızlık yanlısı” olarak niteliyor. TPP, bazen Çin’le iyi ilişkiler güden, bazense bağımsızlık yanlısı bir tutum almasıyla bilinen bir parti.
ÇİN NE YAPAR?
Tayvan’ın gelecek takviminde “bağımsızlık” ilanı yakın gözükmese de seçimi kazanan Lai’nin Çin’in gözünde en sakıncalı aday olduğunu söylemek yanlış olmaz. Şi yönetimindeki Çin Halk Cumhuriyeti, Tayvan meselesini diplomatik yollarla çözmeyi önceliyor. Ancak bağımsızlığa birleşimden daha yakın her Tayvan lideri bu diplomatik çözüm ihtimalini azaltacaktır.
Bu sırada Çin, Pelosi olayından dersler çıkarttı. Meclis Başkanı’nın ziyareti sırasında ABD’nin devasa deniz gücü karşısında sessiz kalan Çin Halk Ordusu, ABD filosuyla yarışacak yeni gemilere odaklanırken envanterindeki balistik füze sayısını arttırdı. Çin’in maksadı, olası bir Tayvan çatışmasında sadece Tayvan’ı ele geçirmek değil, aynı zamanda dünyanın geri kalanıyla olan ticaret yollarının güvenliğini sağlamak. Bunun için sahip olduğu uçak gemisi sayısını arttırması gerekiyor. Şuan Çin’in 2 uçak gemisi var. 2030’a kadar bu sayının 5 ya da 6 olması bekleniyor. Dahası, Çin ordusu sürekli reform yapmaya da devam ediyor. Geçtiğimiz günlerde birçok komutan yolsuzluk gerekçesiyle görevden alındı.
Tabii ABD’nin tutumu geçmişte olduğu gibi hala belirsiz. Biden yönetimi “Tek Çin Politikası’nı” benimseye devam ederken Tayvan’a askeri destek ulaştırmaya devam ediyor. Biden’a sorulduğunda “Tayvan’ın bağımsızlığını desteklemiyoruz” diyor ancak en üst düzey yetkilileri Tayvan’la diplomatik temaslar sürdürmek için yollamaktan geri durmuyor.
Bu nedenle Çin, önümüzdeki yıllarda iki farklı eğilim gösterebilir. Ya, ABD’yi meşgul eden İsrail ve Ukrayna savaşlarından faydalanarak Tayvan’ı bir iki yıl içerisinde topraklarına katmaya çalışacak, ya da ABD’yle askeri olarak daha denk olacağı ileri bir tarihe kadar diplomatik yolları denemeye devam edecek. Şimdilik ikincisi daha olası gözüküyor ama her gün tansiyonun yükseldiği yeni Soğuk Savaş’ta süper güçleri neyin ne zaman savaşa sürükleyeceği belli olmaz.