İsrail-Hamas savaşı ve Gazze’nin İsrail tarafından aralıksız bombalanması, uluslararası hukukta birçok kavramın da tartışılmasını beraberinde getirdi. BBC Türkçe’ye konuşan uzmanlar, bu kadar çok ölüm ve acının yaşandığı bir zamanda insanların olanları adlandırmanın ve teşhis etmenin yolunu aradığını ancak hukuki karşılığı olan terimlerin dikkatli kullanılması gerektiğini söylüyor. Ateşkes, insani ara, apartheid, soykırım, etnik temizlik ve savaş suçu kavramlarını inceledik.
Getty Images
Bir gösterici, işgal altındaki Batı Şeria’da İsrail’in kurduğu bariyerin tepesindeki dikenli tellere Filistin bayrağı asıyor.
Hamas’ın İsrail’de 7 Ekim’de düzenlediği saldırılarda 1200 kişi hayatını kaybetmiş, 200’den fazla kişi rehin alınmıştı. 2006’dan bu yana Hamas’ın kontrolündeki Gazze’de, Sağlık Bakanlığı 12 Kasım’da İsrail’in saldırılarında 11 binden fazla kişinin yaşamını yitirdiğini, bu kişilerin 4 bin 500’den fazlasının çocuklar olduğunu açıkladı.
İsrail’in ablukası altındaki Gazze Şeridi’nde insani kriz derinleşiyor. Yemek, su, ilaç ve diğer temel ihtiyaçlar bulunamıyor. Elektrik ve internet erişimi de haftalardır kısıtlı sağlanıyor.
Birleşmiş Milletler (BM), insan hakları kuruluşları ve çok sayıda siyasetçi son bir ayda, ayrım gözetmeksizin öldürme, toplu cezalandırma ve sivilleri rehin alma gibi savaş suçlarının işlenmiş olabileceğini söylüyor.
Soykırım, etnik temizlik ve apartheid gibi insanlığa karşı işlenen suçların da bölgede yaşananları tanımlamak için sık sık kullanıldığına tanık oluyoruz.
Gazze’de giderek kötüleşen insani durum karşısında bazı taraflar çatışmalara insani ara verilmesini, bazıları ise ateşkesi savunuyor.
BBC Türkçe‘ye konuşan uzmanlar, bu kadar çok ölüm ve acının yaşandığı bir zamanda insanların olanları adlandırmanın ve teşhis etmenin yolunu aradığını ancak hukuki karşılığı olan terimlerin dikkatli kullanılması gerektiğini söylüyor.
Ateşkes ve insani ara: İki kavramın farkı ne?
Gazze’de yaşanan insani trajedinin durdurulması için uluslararası kamuoyunda iki farklı öneri öne çıkıyor: Ateşkes ve insani ara.
Her iki kavramın da uluslararası hukukta kesin bir tanımı yok. Ancak uygulamada, iki kavram arasında, çatışmadaki duraklamanın kapsamı, süresi ve uzun vadeli çözüme katkısı konularında ciddi farklılıklar var.
İnsani ara genellikle bir bölgeye insani yardımın ulaştırılması ya da sivillerin çatışma bölgesinden tahliyesi gibi belirli ve sınırlı amaçlara uygun olarak kısa süreli ilan ediliyor.
Ateşkes ise yine geçici bir uygulama olsa da, kalıcı bir anlaşmanın zeminini yaratmak için daha uzun süreli ve daha geniş kapsamda uygulanıyor.
İki kavramın içerdiği politik mesaj, oldukça farklı:
İnsani ara, belirli ve tanımlanmış bir amaç için, çatışmanın kısa süreliğine durdurulduğu vurgusunu içeriyor ancak çatışmanın tamamen bitirilmesine yönelik bir niyeti içermiyor. Ateşkes ise kalıcı anlaşmaların sağlanması için diyalog zemininin yaratılmasına kapı aralıyor ve barış sürecinin olmazsa olmazı olarak değerlendiriliyor.
İsrail-Hamas savaşında ateşkes ilanına karşı çıkan ABD, İngiltere ve birçok ülke, “İsrail’in kendisini savunma hakkının” öncelikli olduğunu savunuyor. Örneğin ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken, 4 Kasım’da “ateşkesin Hamas’a yeniden organize olma olanağı sağlayacağını” ileri sürdü.
Ateşkes ilan edilmesini savunan başta BM olmak üzere birçok uluslararası örgüt ve yardım kuruluşu var. Temel argüman, insani aranın, Gazze’de sivillerin ihtiyaçlarının karşılanmasına yeterli olmayacağı ve politik çözüme katkı sunmayacağı.
Bu örgütler, ateşkes ilan edilmediği koşulda sivillerin tahliyesi ve yardımın ulaştırılmasının da güvenli yollardan yapılamayacağını belirtiyor.
İsrail 9 Kasım’da “sivillerin kaçışına izin vermek için Gazze’nin kuzeyindeki çatışmalara günde 4 saatlik ‘insani mola’ vermeyi” kabul etti. Ancak bu “ara” kararı BM dahil birçok örgütün tepkisini çekti.
BM Filistin Özel Raportörü Francesca Albanese, İsrail’in saldırılarına her gün 4 saatlik ara verme kararını “alaycı ve zalimce” olarak nitelendirdi.
İngiltere merkezli uluslararası yardım kuruluşu Oxfam’ın Batı Şeria’daki yetkilisi Büşra Halidi, BBC’ye yaptığı açıklamada, “Ateşkes olmadan insani yardım yapmak, insanların tok karnına ölmeye devam etmesi anlamına geliyor. Siyasi bir çözüme ihtiyacımız var” dedi.
BBC Türkçe‘ye konuşan, İnsan Hakları İzleme Örgütü’nün (HRW) danışmanı Akshaya Kumar’a göre insani ara ya da ateşkes ilanı tamamen tarafların iradesine bağlı:
“Bu kavramlar hakkında yasal bir tanım bulunmuyor. İki taraflı anlaşma esas. Ancak bulunduğumuz noktada, maalesef böyle bir anlaşmadan uzak olduğumuzu söyleyebiliriz. Dünyadaki örneklerde insani ara ya da ateşkesin sürelerinin ve kapsamının değişkenlik gösterdiğini görüyoruz.”
Dünya genelindeki Filistin ile dayanışma eylemlerinin odağında da insani aradan ziyade “ateşkes ilanı” talebi öne çıkıyor. Bunun nedeni genellikle İsrail-Filistin meselesinin kalıcı çözümüne vurgu yapılması.
Son olarak Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, 10 Kasım’da, “İsrail’in bebek öldürmeye son vermesi gerektiğini” söyleyerek ateşkes çağrısı yaptı.
Soykırım
Soykırım ya da jenosit (genocide) kavramı ilk kez 1943 yılında Polonya Yahudisi hukukçu Raphael Lemkin tarafından kullanıldı.
Holokost’un (Yahudi Soykırımı) dehşetine tanık olan ve bir erkek kardeşi hariç bütün ailesi öldürülen Dr. Lemkin hayatı boyunca, soykırım kavramının uluslararası hukuk tarafından bir suç olarak tanımlanıp kabul edilmesi için mücadele etti.
Onun çabalarının da katkısıyla 1948 yılının Aralık ayında BM Soykırım Sözleşmesi kabul edildi ve 1951 yılının Ocak ayında yürürlüğe girdi.
Sözleşme, soykırımı, “bir ulusal, etnik, ırksal ya da dini grubu tamamıyla ya da kısmen yok etme amacı ile işlenen aşağıdaki fiillerden herhangi biri” diye tarif edip bunları şöyle sıralıyor:
Grup mensuplarını öldürmek
Grup mensuplarına fiziki ya da zihni olarak ciddi zarar vermek
Gruba onu kısmen ya da tamamen fiziksel olarak yok edeceği hesaplanan yaşam koşulları dayatmak
Grup içinde doğumları önleyecek önlemler uygulamak
Grubun çocuklarını alıp başka bir gruba vermek
Sözleşmenin altına imzasını atan devletler, soykırımın uluslararası hukuka göre suç olduğunu kabul ediyor ve soykırımı önleme ve cezalandırma konusunda genel bir sorumluluk alıyor.
Soykırım Sözleşmesi, 2022 itibarıyla 153 ülke tarafından onaylandı veya kabul edildi. İsrail de bu ülkelerden biri.
Sözleşmenin tanımlaması ayrıca Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin (ICC) 1998 Roma Anlaşması’nda da kullanılıyor.
BM ve ICC, soykırım soruşturmalarında belirli bir ulusal, etnik, ırksal veya dini grubu kısmen veya tamamen yok etme yönünde niyetin kanıtlanması gerektiğini vurguluyor.
BM İnsan Hakları Yüksek Komiserliği’nden ayrılan Craig Mokhiber, istifa mektubunda bu noktaya değinerek, “Filistin halkının tamamen Arap statülerine dayalı olarak topluca katledilmesinden” bahsediyor ve “İsrail hükümeti ve ordusundaki liderlerin açıkça niyet beyan ettiğini” öne sürüyor.
‘Soykırım’ ifadesini başka kimler kullandı?
Geçtiğimiz günlerde ve haftalarda birçok ülke lideri, insan hakları savunucusu ve hukukçu İsrail’in Gazze’ye saldırılarını tanımlarken “soykırım” ifadesini kullandı.
28 Ekim’de görevinden istifa eden BM İnsan Hakları Yüksek Komiserliği New York Ofisi Direktörü Craig Mokhiber, BM İnsan Hakları Yüksek Komiseri Volker Türk’e yazdığı açıklamada, “Bir kez daha gözlerimizin önünde bir soykırımın yaşandığını görüyoruz ve hizmet ettiğimiz örgüt bunu durdurma konusunda güçsüz kalıyor” dedi.
Kolombiya Devlet Başkanı Gustavo Petro, 1 Kasım’daki paylaşımında, “Bunun adı soykırım. Filistin halkını Gazze’den çıkarıp burayı ele geçirmek için yapıyorlar bunu” dedi.
Brezilya Devlet Başkanı Luiz Inácio Lula da Silva ise yaptığı bir açıklamada, “Orta Doğu’da şu anda yaşananlar çok ciddi. Kimin haklı, kimin haksız olduğu, veya kimin ilk veya ikinci olarak ateş ettiği tartışması değil. Buradaki sorun şu ki bu bir savaş değil, soykırım” diye konuştu.
2 Kasım’da yedi BM raportörü yaptıkları ortak bir açıklamada, “Gazze’de soykırımı ve insani felaketi önlemek için zamanın daraldığı” yönünde uyardı.
Getty Images
Bir İsrail askeri, 6 Kasım’da Gazze Şeridi sınırına yakın bir noktada top mermileri düzenliyor
BBC Türkçe‘ye konuşan insan hakları hukukçusu Geoffrey Nice, İsrail ve Gazze’de olanların ardından halkın hukuki terimler hakkında daha çok bilgi sahibi olduğunu ve bu nedenle terimleri daha sık kullandığını söylüyor.
Soykırım suçunun çok spesifik bir tanımı olduğunu vurgulayan Nice, soykırım davalarında eylemden ziyade failin zihinsel durumuyla başlayan ve ardından eylemi inceleyen bir sürecin olduğunu söylüyor.
Nice, “İnsanların bunu anlaması önemli. Böylece bu suç kendi çerçevesinde değerlendirilir ve başka bir suçla karıştırılmaz. Çünkü (Soykırım Konvansiyonu) insanlığın bir kısmının, sırf hoşlanmadığı için diğer bir kısmına saldırıp onu yok etmesini önlemek için var” diyor.
İngiltere dahil birçok ülkenin soykırım konusunda evrensel yargı yetkisine sahip olduğunu söyleyen Nice, İsrail’in Soykırım Konvansiyonu’nu ihlal ettiği iddiasıyla Uluslararası Adalet Divanı’na götürülebileceğini belirtiyor.
Nice, “Soykırıma dair yeterli kanıt varsa ve İsrail’i Uluslararası Adalet Divanı’na götürecek kadar cesur bir ülke varsa bu mümkün” diyor.
Etnik temizlik
İsrail’in Gazze’ye yönelik saldırılarını tanımlamak için etnik temizlik ifadesi de sık sık karşımıza çıkıyor.
1990’larda eski Yugoslavya’daki çatışma bağlamında ortaya çıktığı düşünülen ve bazen soykırımla karıştırılan etnik temizlik kavramı uluslararası hukukta bağımsız bir suç olarak tanınmıyor.
Eski Yugoslavya topraklarında işlenen uluslararası hukuk ihlallerini araştırmakla görevli BM Uzmanlar Komisyonu, etnik temizliği, “bir etnik veya dini grup tarafından, başka bir etnik veya dini grubun sivil nüfusunu belirli bir coğrafi bölgeden şiddet içeren ve terörü tetikleyen araçlarla uzaklaştırmak için tasarlanmış bir politika” diye tanımlıyor.
Uzmanlara göre bu araçlar arasında, cinayet, işkence, keyfi tutuklama ve gözaltı, yargısız infaz, tecavüz ve cinsel saldırılar, sivillere ağır fiziksel zararlar, sivil nüfusun getto bölgelerinde hapsedilmesi, sivil halkın zorla uzaklaştırılması, yerinden edilmesi ve sınır dışı edilmesi bulunuyor.
Komisyon, bu uygulamaların “insanlığa karşı suç teşkil edebileceğini ve diğer belirli savaş suçları kapsamına girebileceğini” söylüyor.
‘Etnik temizlik’ kavranmı İsrail-Hamas savaşında nasıl kullanıldı?
Cezayir Dışişleri Bakanı Ahmet Attaf, 24 Ekim’de gerçekleşen BM Güvenlik Konseyi’nde Filistin halkının “bölgeyi ve haklarını geride bırakmak ya da etnik temizlik” gibi zor bir seçimle karşı karşıya olduğunu söyledi.
14 Ekim’de BM Özel Raportörü Francesca Albanese, Filistinlilerin “kitlesel etnik temizlik tehlikesiyle karşı karşıya olduğu” konusunda uyardı.
Apartheid
Uluslararası Af Örgütü’nün 2022’de yayımladığı bir araştırmada İsrail’in ülkedeki ve işgal ettiği bölgelerdeki Filistinlilere karşı kanunları, politikaları ve uygulamaları “apartheid” yani sistemsel ayrımcılık olarak tanımlanıyor.
Araştırma, İsrail’in Filistinlilerin haklarını kontrol ettiği tüm bölgelerde, Filistin halkına karşı uygulanan baskı ve tahakküm sistemini ayrıntılarıyla anlatıyor.
İnsan Hakları İzleme Örgütü (HRW) de İsrail ve Filistin topraklarında, bir grubu diğerine tercih eden kurumsal ayrımcılık yapılarını inceleyen bir araştırmanın ardından bölgede apartheid suçunun işlendiğini tespit etti.
Apartheid, uluslararası ceza hukuku kapsamında insanlığa karşı işlenen bir suç olarak kabul ediliyor.
Apartheid, Güney Afrika’da 1948 ile 1994 arasında beyaz azınlık hükümeti tarafından ülkedeki siyahi çoğunluğa uygulanan ırk temelli ayrıştırma, baskı ve tahakküm sistemi olarak tanımlanıyor.
1973 tarihli BM Apartheid Suçunun Engellenmesi ve Cezalandırılmasına İlişkin Uluslararası Sözleşme de dahil olmak üzere üç ana uluslararası anlaşma apartheidı yasaklıyor.
HRW danışmanı Akshaya Kumar, “Meydana gelen suça bir isim verebilmenin ve gerçekleri hukuka uygulayabilmenin önemli ve değerli olduğunu düşünüyoruz” diyor.
Savaş suçu
Uluslararası hukukta savaş suçu kavramı, “insanlığa karşı suçlar” ve “soykırım” kavramlarından ayrışıyor.
İnsanlığa karşı suçlar ve soykırım, savaş durumu yokken de meydana gelebiliyor ancak savaş suçu, ülke içinde veya devletler arasındaki çatışmalarla sınırlı.
Savaş suçlarının tanımı, Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin (UCM) kurucu sözleşmesi Roma Statüsü’nün 8. maddesinde birçok maddeyle açıklanıyor.
Bunlar özellikle, sivil halkın öldürülmesi, kötü muameleye tabi tutulması veya zorla çalıştırılması, savaş esirlerinin öldürülmesi ya da kötü muameleye tabi tutulması, rehinelerin öldürülmesi, kamu ve özel kişilerin mallarının yağmalanması, gereksiz yere şehirlerin yakılıp yıkılması gibi eylemleri kapsıyor.
9 Kasım’da BM İnsan Hakları Yüksek Komiseri Volker Türk, hem İsrail’in hem de Hamas’ın savaş suçu işlediğini söyledi.
Türk, bunun açıklamasını Reuters ajansına şöyle yaptı:
“Filistinli silahlı grupların 7 Ekim’de gerçekleştirdiği katliamlar tiksindiriciydi, hala ellerinde rehinlerin olması da öyle. İsrail’in Filistinli sivilleri toptan cezalandırması da aynı zamanda savaş suçu, sivillerin zorla kanunsuz şekilde zorla tahliye edilmesi de.”
Uluslararası Ceza Mahkemesi, 1 Temmuz 2002 tarihinden sonra işlenmiş savaş suçları davalarının görüşülmesi için Lahey’de kuruldu. Ancak İsrail, Uluslararası Ceza Mahkemesi’ni tanımıyor.
Dünyanın büyük bir kısmında kabul gören silahlı çatışma kuralları, tüm BM üyesi devletler tarafından onaylanan ve uluslararası savaş suçları mahkemelerinin kararlarıyla desteklenen 1949 Cenevre Sözleşmesi’yle ortaya çıktı.
Cenevre Sözleşmesi’ne göre askeri hedeflere yönelik saldırılar, uluslararası hukuka orantılı olmalı. Yani bu saldırılar aşırı düzeyde sivil yaşamına ve sivillerin maddi kaybına neden olmamalı.
İsrail ile Hamas arasında 7 Ekim’de başlayan çatışmalara ilişkin HRW, sivillerin kasıtlı olarak hedef alınması, ayrım gözetmeyen roket saldırıları, sivillerin Filistinli silahlı gruplar tarafından rehin alınması, Gazze’de yüzlerce Filistinli’nin ölümüne neden olan misilleme hava saldırıları ve İsrailli yetkililerin Gazze’ye uyguladığı ablukayı “savaş suçu” diye niteliyor.
‘Suçları adlandırmak önemli bir ilk adım’
BBC Türkçe‘ye konuşan uzmanlar, bu kadar çok ölüm ve acının yaşandığı bir zamanda insanların olanları adlandırmanın ve teşhis etmenin yolunu aradığını, ancak hukuki karşılığı olan terimlerin dikkatli kullanılması gerektiğini söylüyor.
HRW danışmanı Akshaya Kumar, “Bence bu kadar çok insanın hukuki analiz için uğraştığını görmemizin nedeni, hesap verebilirlik ve adalet konusunda bir boşluğun oluşması. Suçları yasal terimlerine göre adlandırmak, adaleti güvence altına alma yolunda önemli bir ilk adım” ifadelerini kullanıyor.
İnsan hakları hukukçusu Geoffrey Nice ise “Eğer niyet insanların mahkemede hesap vermesini sağlamaksa, o zaman uygulanacak teknik tanımlar mevcut ve bunlar çok katı” diyor.