Milyonların sevgilisi Buray, yeni albümü “Al Senin Olsun Dünya” ile karşınızda
Buray’ın, 14 şarkıdan oluşan beşinci stüdyo albümü tüm dijital müzik platformlarında yer aldı. Ünlü müzisyenle sesinin iç ısıtan samimiyetini, gezdiği ülkelerden topladığı sesleri şarkı geçişlerine nasıl yerleştirdiğini ve şarkıların hikayeleri üzerine konuştuk.
– “Al Senin Olsun Dünya” bir yakarış albümü mü? Albümde isyana ve serzenişe meyilli şarkılar var…
Asla değil. İsyan ve serzenişle sınırlamak yanlış olur. Umut da var, aşk kıpırtıları ve kelebekler de. Yaşanmış, yaşanacak aşkın her hali hatta üstüne hayata dair gizli mesajlar bile içeriyor. Bazı şarkılar arkadaki mevsim şartları ve fon görüntüsü ile duygulara daha farklı hitap edebiliyor tabii. Bugün albümdeki melankolik şarkılar dikkatinizi çekerken bahar geldiğinde hareketli ve daha enerjik şarkıların ruhunuza hitap edeceğinden eminim.
– Siz bir dinleyici olsanız Buray’ın “Al Senin Olsun Dünya” albümünü neden defalarca başa alıp dinlerdiniz?
Ben sıkılgan biriyim. Kendim dinlerken sıkıldığım ve samimiyetine inanmadığım bir şeyi asla kendi dinleyicime dinletemem. Hiçbir ticari kaygı ve maddiyat için duygularımı yozlaştırmam. Dünyayı gezip gören bir dünya vatandaşı olarak sanatın her dalını araştırıp öğrenen konservatuvar birikimim ve sanat tarihinden beslenip ürettiğim içeriğin kaliteli olmasına dikkat ederim. Albümdeki 14 farklı tarzdaki şarkım her kitleden dinleyiciye ulaşsın diye rengârenk bir uyum içinde tek tek hepsini nakış gibi işledim. İnsanların şarkıları dinledikten sonra zaman içerisinde çok ince detaylar yakalayacaklarını biliyorum ve bağımlılık yaratacağına inanıyorum.
HER TARZI DENEDİM
– Sanırım hepimizin ortak bir görüşü var. Sesinizin iç ısıtan samimiyeti. Bunu da “İnci” şarkısında görebiliyoruz. Nereden geliyor bu sıcaklık?
90’ların sıcak ve samimi ruhu saklı sanırım. O yıllarda müzik çok daha farklıydı sanki. Hikâyeleri anlatım biçimimiz çok daha samimiydi o dönemler ve ben o zamanlardaki şarkıcılardan çok ilham aldım. Ruhumu besledim. Aslında her şeyi, her tarzı denedim. Kulağımda babamın bağlama çalıp söylediği türküler, iş olsun vakit geçsin diye katıldığım sanat müziği korolarındaki ezgiler de var. Konservatuvarda senfoni de yazdım, düğünlerde oyun havası da çaldım. Dj arkadaşlarımla kulüplerde hiphop ve house müzik yaptım. Lisede rock grubu orkestralarında yerde yuvarlanarak çılgın gitar soloları da attım. Kendime yakışan ve yakışmayan her şeyi deneyip gördüm, tecrübe ettim. Ve sanırım belli bir vakitten sonra tüm bu dokuları harmanlayıp kendi öz baharatınızı çıkarıyorsunuz ve bu müziğinize yansıyor.
– Türkiye’de saf pop müzik seslerinin hakkını veren pek müzisyen yok. Genelde türler arasında aranjmanlar ve sanatçı işbirlikleriyle bir amorflaşma söz konusu ama sizin müzikal altyapınız ve “Buray sesi” çok net ve tutarlı. Bu görüşüme katılır mısınız?
Benimki yine tam olarak pop müzik değil. Ona tam katılmıyorum. Biraz daha alternatif. İçinde rock müzikten alaturkaya, reggaeton’dan tangoya, klasikten jazz’a, Afrika’dan Hindistan’a, her tarzdan besleniyor. Teorik ve teknik olarak birbirine benzemeyen şarkılar yapıyoruz nota nota dikkat ediyorum, kontrol ediyorum, ama kim dinlese “Aaa bu Buray şarkısı” diyebilecek geniş bir skaladan da çıkmamaya çalışıyoruz. Aslında çok zor bir iş. Çok da riskli. Sesim ve şarkı söyleyiş tarzımda hepsini tutkallayıp birbiriyle uyumlu bir tema şekline getiriyorum. Uymayanları da temizleyip albümden çıkarmaktan da korkmuyorum. Elediğimiz, çöpe attığımız çok şarkı var. İçime sinmeyen, kendi ruhumu yansıtmayan hiçbir şeyi yayımlamıyoruz.
YOLLARDA GİTARI HEP YANINDA
– Hem bir gezgin hem de pop müzik yıldızı olmak birbirini besliyor mu? Yolda üretiminiz sürüyor mu?
Gitarım zaten her zaman yanımda. Kamera ve ses kayıt cihazım da hazır. İlhamın geldiği anda kaçacak bir yeri yok. Her an hazırlıklıyım. Bazen ilham gece 3-4 gibi rüyamda bile gelebiliyor. Uyanıp uyku sarhoşuyken telefonun ses kayıt programına melodiler bile kaydediyorum. Sabah kontrol ettiğimde ise hiç de fena şeyler çıkmadığını fark ediyorum. Bilinçaltım yarı uykuda, uzun yolda, direksiyon başında, duşta ve denizi izlerken daha uçuk şeyler doğuruyor. Bana mı özel yoksa tüm sanatçılarda da bu böyle mi orasından emin değilim.
BARIŞ MANÇO’NUN İZİNDE
– Instagram’da gezdiğiniz ülkelerden topladığınız sesleri şarkı geçişlerine yerleştirme videonuzu izledim. Bu güzel fikir nasıl aklınıza geldi ve albüme ne kattı?
Aynaya bakıp “Sen kimsin” diye sormalı bazen insan. O zaman başkalarının yapamadığı ve sadece sizin yapabildiğiniz şeyler çıkıyor ortaya. Gezegenin uç noktalarında hem bu kadar gizli saklı güzelliklerini görebilmiş hem de memleketinde geniş bir müzik kitlesine hitap edebilen çok fazla kişi sayısı yok. Bu kesişim kümesinin Barış Manço’dan sonraki kuşakta temsilcisinin ben olduğumu hissediyorum. Oralarda yaşadığım serüvenleri, topladığım ilhamları unutup çöpe atamazdım. Bir şekilde müziğime sanatıma eklemek zorundaydım. Albüme ölümsüz anılarımdan kattığımı düşünüyorum. İnsanlar her zaman hikâyeleri olan şeyleri daha çok sever. Dinleyicilerim de benimle beraber bir astral seyahate çıkıyorlar. Bu dünyanın ne kadar sihirli ve gündelik hayattan ibaret olmadığını tekrar hatırlatıyorum onlara.
AŞK BAZEN GÜZEL, BAZEN ACI…
– “Her yer karanlık, kalbimde ağrı/Battıkça battım, tut kollarımdan/Ne oldu bize, ne oldu sahi?/Kaldım şu aşkın bataklığında.” Albümde aşkla ilgili çok sayıda his var ama en kahredicisi bu sözler sanırım. Bir hatırası var mı merak ettim?
Bugüne kadar bir sürü aşklar yaşadım. Bazen güzel, bazen acı, bazen çabuk iyileştiğim, bazen ise iz bırakan. Tabii ki çalarken, söylerken, melodileri oluştururken, sözler yazılırken tüm bu takımın, şarkının oluşumunda emek veren tüm müzisyenlerin ruhundan, anılarından, kalbinden damlalar boşalıyor. Notalara dönüşüyor. Bestecisi Emrah Karakuyu sözleri yazarken ne yaşadı ne hissetti bilmiyorum ama ben şarkıyı söylerken kendi anılarımdan çok şeyle eşleştirebiliyorum bu hikâyeyi. Yaşanmışlık olmasa, hissetmesek bu duyguların dinleyiciye geçmesi imkânsız diye düşünüyorum.